Hogwarts Rpg Savaş başlıyor, tarafını seç!
|
|
| Valeria | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Valeria Scotfield Başseherbaz
Mesaj Sayısı : 12 RP Aktifliği : 73 Lakap : Vily Nerden : Viyana
| Konu: Valeria Salı Ekim 12, 2010 12:29 pm | |
| Ad-Soyad: Valeria Scotfield (baaşvuruda bulunuldu) Rp Yaşı: 27 Kişisel Özellikler: Oldukça ciddidir. İşini her zaman layıkıyla yapar ve araştırmacı ruhu ön plandadır. Otoriter bir tavrı vardır. Fiziksel Özellikler: Açık kumral dalgalı saçları çoğu kişiye göre normal bir boyu vardır. Vücudu mesleğinin getirdiği fiziksel ölçülere uyumludur. Aile Geçmişi: Anne ve babasını iki yıl önce kaybetmiştir. Şimdi Londra'da tek başına yaşamaktadır. Ailesi İtalyan büyücülerdendi. Aydınlık tarafta olmaları ile bilinirlerdi. Kan Durumu: Safkan İstediği Meslek: Başseherbazlık Neden Bu Meslek: Karakter özellikleri ve fiziksel özelliklerini baz alırsak uyumlu olacağını düşünüyorum. Örnek Rp: - Spoiler:
" Hey! " Kız, dalgalanan saçları eşliğinde, bilerek görkemli bir edayla başını arkaya çevirdi. Sesin sahibinin kim olduğunu biliyordu. Yinede, mavi, parlak gözleri görmeyi bekledi karanlıkta. Uzaktan, şatodan süzülen ince ışık sicimleri onları aydınlatamıyordu. Karanlığa gömülmüşlerdi. Ay, gölün yüzeyinde dolunay formunda titreşirken yapraklar hafif rüzgarla hışırdıyorlardı. Jäneeva, hareketlerini diğer seslerin sarmalamasına izin vererek, berrak mavi gözler neredeyse kendisini farkedemeden yanında bitti. Ondan bir baş kadar uzundu, gözlerin şaşkın şaşkın bedenini incelediğini görebiliyordu. Yüz hizasına kadar eğildi ve koyu renkli dudakları gerilirken fısıldadı. " Benim için mi kaçtın? " Cevabı zaten biliyordu fakat duymak hoşuna gidiyordu; şişkin egosuna biraz takviye için. Rüzgar biraz daha hızlanırken çocuğun nefes alıp verişlerini duyabiliyordu. Sessiz bir gülücük karıştı havaya, fakat anında silindi. İyice şiddetlenen rüzgar devam ediyordu. Dışarı çıktığından beri bu hızı bulmamıştı, şiddeti biraz olsun artsada hemen eski sakinliğine dönüyordu. Kafasını kaldırıp şatonun camlarından birindeki silueti görünce, ani bir refleksle çocuğun kolunuda çekip bir metre gerideki çalılıkların arasına atıldı. Normalde kimseye yardım edeceği yoktu, ama bu akşam eğlencesini kimse elinden alamazdı. Hayal kırıklığına uğramasını müdür bile istemezdi içten içe. Huysuz Jäneeva'nın tepkisini kim tahmin edebilirdi ki? Tecrübesine dayanan bir ustalıkla karşıdan görünmeyecek şekilde başını ilriye uzattı ve siluetin gittiğini görünce tuttuğunu farketmediği nefesini bıraktı; rüzgarda dinmişti. Yerdeki kuru yaprak ve dallardan rahatsız bir şekilde yüzünü buruşturmuş, boylu boyunca uzanan, mavi gözleri şüpheyle kısılan çocuğa dönünce yüzünü rüzgarı farketmeden önceki gülümseme kapladı. İnce hırkasının cebinden yarısı sarkan asasını çıkarıp büyüyü fısıldadı ve ikisinin birbirine yaklaşan yüzlerini görebilmelerini sağlayacak kadar güçlü, şatodan farkedilemeyecek kadar cılız bir ışık aydınlattı çalılığı. Şüpheli gözler kızın ifadesini görünce yumuşadı, yüzü gevşedi ve yumuşak bir gülücük dolgun dudaklarını yukarıya doğru kıvırdı. Sonra, birşey hatırlamış gibi irkildi ve elini uzun saçlarına götürüp iyice karmakarışık etti. Sakin bakışlarını kızdan ayırmıyordu. " Senin için kaçtım. " diye fısıldadı geceye karışacak kadar yumuşak, kadifemsi sesiyle. Jäneeva ona karşı koymakta güçlük çekiyordu. Bunu, eğlence, ihtiyaç olarak düşünmeye çalışıp duygularını kendince örtbas etsede biliyordu gerçeği; ondan uzaklaşmaya hemen başlamazsa bidaha kopamayacaktı. Hayatında ilk kez. Derin bir nefes alıp doğrulurken asayı çocuğun yanına, çimenlere bıraktı. Başına bir çok bela sarmıştı son üç senede, ölüm tehlikesi içeren belalar. Bir çoğu hala peşindeydi. Fazla cesur, fazla atılgan davranmıştı. Bir deve karşı tahta kılıcıyla meydan okuyan bir çocuk gibi. Altından kalkamayacağı yükleri üstlenmişti ve şimdi, aptal Hogwarts derslerini geçmesini ve okul kurallarına uymasını bekliyorlardı. * Ergenlik bu * diyordu sevgili bina sorumlusu * şımarık cadı, bunu atlatacaktır. Kendini dünyanın merkezinde gördüğü aşikar. Merlin Aşkına, bu evreyi atlatana kadar onunla nasıl başa çıkarız bilemiyorum. * Dramatik bir edayla elini alnına koyup başını geriye atışı gözünün önünden gitmiyor, midesini bulandırıyordu. Alışkanlıkla elini cebine atıp biraz karıştırdıktan sonra, dudaklarının arasında ince bir sigarayla, çocuğun yanında uzanıyordu. Ona bakarken içinin titrediğini farkettiğinden beri gözlerini gökyüzünden ayırmıyordu. Orta ve baş parmağı arasında tuttuğu zehirli çubuğu dudaklarınden çekip atmosfere yoğun bir duman salıverdi ağızından. Çocuk, kız ondan uzaklaştığından beri ağzını ilk kez açtı. " Bir sorun mu var? " Sesi tereddütlüydü, fısıltıdan daha yüksek ve netti. Zorda olsa, sigarayı tutan parmaklarını bedenlerinden uzaklaştırıp ona döndü. " Hayır. " diye mırıldadı adeta şömine önünde yatan bir kedi gibi. Ardından, kendini daha fazla engellemeden içini yakan sıcaklığı hissedene kadar ona yaklaştı; gerisi kendi kontrolü dışındaydı. Başkalarında aslında eğlnce olarak yaptığı şeyi onda tamamen istediği için yapıyordu; Damien'i tamamen istediği için. Karşısındaki afetten başka hiçbir şey düşünemez hl gelmişti beyni, tek birşeye odaklanmıştı ve bundan sonra başka birşeyi düşünemeyecekmiş hissi veriyordu. Tam o anda, ensesinde bir batma hissetti ve ufak bir çığlıkla, istemeyerek dudaklarını Damien'ınkilerden ayırdı. Başını yukarıya çevirdiğinde lanetler yağdırmaya başlamıştı. " Sanırım benimde bir kozum var artık, Miss Heloise? "
| |
| | | Kate Alice Anderson Gryffindor 7. Sınıf | Bina Başkanı | Aydınlık Yolcuları Lideri
Mesaj Sayısı : 189 RP Aktifliği : 1421 Lakap : Ukala,Anderson Nerden : Londra
| Konu: Geri: Valeria Salı Ekim 12, 2010 3:32 pm | |
| | |
| | | Valeria Scotfield Başseherbaz
Mesaj Sayısı : 12 RP Aktifliği : 73 Lakap : Vily Nerden : Viyana
| Konu: Geri: Valeria Cuma Ekim 15, 2010 10:16 pm | |
| O zaman bir de bunu inceleyin. - Spoiler:
Siz hiç yıldızların öfkesini hissetiniz mi? Kan kırmızıya boyandı mı gökyüzü gözlerinizin önünde? Ben hissettim, gördüm. Öfkeli ruhum gözlerini açtığı pınarda kan gördü. Büyüdüm. Çocuk değildim; ama saftım önceden. Değiştim. Ben kendimi bile tanıyamayacak bir hal aldım. Umutlandım. Kırıldım. Denizin dalgasından gelen üzgüyle bedenim yandı. Doğruldum. Artık hayat bana değil; ben hayata hükmediyorum. Biliyorum. Artık her şeyin anlamsız olduğunu biliyorum. Tırmandı saçlarım gökyüzüne, ayın kanlı yüzü serildi önüme. Ben ölümü gördüm.
21 Mart 1955 Londra
Hafif rüzgârın pencerelerde oluşturduğu gıcırtı dışında evden ses gelmiyordu. Pencerenin dışında hilal şeklinde ay odayı aydınlatıyordu. Pencere yarım biçimde açık bırakılmıştı. Ahşap oymalı pencere altında duran antika vazoyla uyumluydu. Odanın her köşesi eski mistik aletler veya antika eşyalarla doluydu. Köşede duran dolabın üzerinde eski dilde kelimeler yazıyordu. Ayın yansıması kelimeleri garip bir biçimde parlatmıştı. Kelimelerin parıltıları dolabın tam karşısında, odanın ortasında duran iki kişilik koca yatağı aydınlatıyordu. Yatak odanın neredeyse hepsini kaplıyordu. Eski zamanlardan kalma yatağın etrafı tül perdeyle örtülüydü. Perdeler özenle çekilmiş, rüzgârı önlüyordu. Örtülerin arasında bir kadın silueti belli oluyordu. Kalçaları çıkık bir kadındı. Kadının bedeninin her köşesi yatakla buluşmuştu. Vücut hatları üzerine örttüğü örtüden bile belli oluyordu. Dolgun göğüsleri, çıkık kalçaları ve dar beliyle güzel bir kadındı. Yüzü ufacıktı, hafif çıkık elmacık kemiklerinin kırmızılığı yüzüne ayrı bir hava katmıştı. Dudakları özenle çizilmiş gibi biçimliydi, burnu ufacıktı. Yatağın başucunda, kadının sarı saçlarının bittiği yerde uzun bir yatak başı vardı. Yatak başı odadaki her şeyden daha eski duruyordu. Uzun yıllar öncesine dayanan bir mazisi vardı. Eski dilde yazılmış dua yatak başına özenle oyulmuştu. El yapımı olduğu belli olan harfler bazen çıkıntılı, bazen yarım şekiller içindeydi. Duanın tam ortasında saçları göğe uzanan bir kadın figürü vardı. Figürün vücudu tıpkı yataktaki kadın kadar güzeldi. Kadın ağlıyordu; önünde başka bir beden uzanmış yatıyordu. Kadının saçlarının bittiği yerde hilal şeklince ay duruyordu; ama hiç yıldız yoktu. Birileri yıldızları çizmek istediği için koca bir boşluk bırakmış; ama sonradan vazgeçip bir daha başlığa dokunmamış gibiydi. Her şeye rağmen başlık odaya en fazla hava katan nesneydi.
Gece oldukça sakin geçmişti. Hiçbir aksilik olmadan Seherbaz Dean işten dönmüş; onu beklerken uyuya kalmış karısının yanında yatağına yatmıştı. İri vücudunun yanında kadının vücudunu çocuk gibi kaldı. Tek koluyla uyuyan bedeni kendine çeken Dean kadının saçları arasına gömüldü. Kıvırcık siyah saçları sarılar arasında göze çarpıyordu. Çıkık elmacık kemiklerinin altında duran gamzeleri belirginleşti. Yüzüne yayılan büyük gülümseme birkaç dakika sonra yerini huzura bıraktı. Hafif bir mırıltı çıkartarak uykuya daldı. Kadının uzun sarı saçları açık pencereden gelen rüzgârla geriye doğru savruldu. Adamın yüzünü yalayıp geçen saçlar kendilerini yastığın pürüzsüz yüzeyinde buldular. Gecenin sakinliği ikisinin de üstüne bir örtü çekmiş gibiydi. Kadının huzursuz duruşu dışında hiçbir kusur yoktu. Kadın ufak mırıltılar çıkartıyordu. Bunlar genizden gelen korku çığlıklarıydı. Sonunda bir çığlıkla kadın yerinden fırladı. Yüzü bembeyaz olmuştu. Dean kadının çığlığı üzerine yanından hiç ayırmadığı asasını çıkardı. Kollarını kadına dolayarak kendine çekti. Kadının korkmuş suratına bakarak merakla ' Ne oldu? ' diye sordu. Kadın nefes nefese kalmıştı. Uykusunun ortasında bu denli sıçraması hiç normal değildi. Hele bunu son birkaç gecedir tekrarlaması Dean'i rahatsız etmişti. Dean cevap alamayınca daha yüksek sesle ' Rox! Ne oldu? ' diye bağırdı. Kadın o an kendine geldi ve sarı saçlarını geriye atarak kocasının gözlerine baktı. Mavi gözlerinden yaş yerine kan akıyordu. Yanaklarından kandamlaları yavaşça süzülüyordu. Kadın derin soluklar almaya çalışıyor; ama kesik sesler çıkartmak dışında bir şey yapamıyordu. Korkmuştu; yüzünün beyazlığından hemen anlaşılıyordu. Sanki biri ona büyü yapmış gibiydi; ama etrafta tek bir çıtırtı bile yoktu. Rox’un yüzü dışarı döndü. Kötü bir ses duymuş gibi yüzünü buruşturdu. Kendini korkuyla Dean’in kollarında dayadı. Dışarıdaki ateş böceklerinin çıkarttığı cızırtı huzur vermeliydi; ama Rox ellerini kulaklarına götürdü. Kulağının dibine sonuna kadar açılmış seste bir hoparlör dayanmış gibi kulaklarına bastırdı. Gözlerinden akan kan artmıştı. Boynuna gelen kan yatağa damlıyordu. Yatağa damlayan her kandamlasıyla Dean’in Rox’u sarmalaması artıyordu. Rox gözleri sıktı; kendi kendine ' Öldün, Dean! Sen öldün! ' diye bağırmaya başladı. Yatağın ortasına oturmuş ileri geri gitmeye başladı. Söyleniyor, sayıklıyor ve kan ağlıyordu. Dean korkuyla sendeledi. Kollarını Rox’dan çekerek serbest bıraktı. Yataktan aşağı, yere düştü. Kadına dokunmak bir yana bakamıyordu bile; çünkü Rox'un gördüklerinin çıktığını biliyordu. Bu güne kadar dediği her şey çıkmıştı. Rox'un rüyasında geleceği görme yeteneği vardı. Dean kısık sesle ' Nasıl? ' diye sordu. Rox o an öfkeyle gözlerini açtı. Acıyla karışık bir öfkesi vardı. Gözleri bir şey anlatmak istemiyor gibiydi; ama anlatması gerektiğini biliyordu. Bu öfkesi Dean’e değildi. Bunu her ne kadar bilse de ona yöneltiyordu öfkesini; çünkü kendine kızamıyordu. Gözlerinin saf maviliği kaybolmuştu. Kandan kırmızıya dönmüş gözlerle etraf bakındı. Daha önce görmediği bir şey arıyor gibiydi; sanki odada bir şey değişmeliydi. Sonunda yatağın yanında, gözlerini yerden ayırmadan oturan adama baktı. Öfkesini tek bir kerede kusmak için adamın tepesinde doğruldu. Gözlerini ondan ayırmadan ' Ben yaptım! Seni ben öldürdüm! Hançeri kalbine ben sapladım! ' diye haykırdı; sonra yarısı kan içinde kalmış geceliğiyle kapıdan sakince çıkıp gitti. Kapı Rox’un arkasından rüzgârın etkisiyle çarptı. Geriye koca bir gürültü kalmıştı. Rox öleceğini bildiği kocasını yalnız bırakarak geceye karışmıştı. 21 Mart 1956 Amsterdam
' Bence çok abartıyorsun. Bir yıl geçti; ama hala bir şey olmadı. ' ' Ama... Rox'dan hiç haber aldın mı? ' ' Hayır. Bak adamım ne diyeceğim. Şu aptal toplantıyı bitirdikten sonra bir bara gidip kafaları dağıtalım. Hadi ama asma suratını. ' Mugglelarla dolu havalimanını hızla geçen iki adam durmadan takım elbiselerini düzeltiyorlardı. Siyah takımların verdiği şıklık onların her düzeltişlerinde değişiyordu. Büyücü cübbelerine alışmış bu adamlar mugglelar arasında kendilerini yabancı gibi hissetmemeye çalışıyorlardı ama gördükleri her farklı şeyde kendilerini ele veriyorlardı. Komik bir şey gördüklerini sanıp dakikalarca gülüyor, hiç olmayacak yerlerde durup saatlerce ne yapacaklarını çözmeye çalışıyorlardı. Güneş o gün hiç olmadığı kadar büyük görünüyordu. Hava hiç olmadığı kadar güzeldi. Havalimanından çıkar çıkmaz iki adamda gözlerini kısmak zorunda kaldı. Hızlı adımlarla sıradan bir muggle aracına yaklaştılar. Birkaç bavul onlara çarpıp yan döndü. Özür dilemek için durmadılar bile. Arklarından sinirli birkaç küfür duydular. Sarı plakasıyla Amsterdam'ın bilindik taksilerinden birine bindiler. Taksinin arka tarafına geçip taksiciyle aralarındaki camı açtılar. Taksici neşeli bir sesle ' Amsterdam'a hoş geldiniz. Nereye? ' diye sordu. Adam esmer teniyle çok dikkat çekiyordu. Güneşin yakıcılığında yıllardır yanmış gibiydi. Yeşil, berrak gözleri hızla dönüyor ve etrafı kolluyordu. Az bırakılmış sakalı bir günlük olmalıydı. Arabanın içi bilindik araba kokularından kokuyordu. Koltuklar deriyle kaplıydı. Taksici aynasına bulduğu her şeyi asmıştı. Bir haç, anahtarlık, kadın fotoğrafı ve son olarak Dean'ın Rox'la yataklarının başında duran duanın aynısı. Dean bunu görür görmez her şeyi unuttu. Gözleri duanın ortasında duran figüre takıldı. Kadının göğe uzanan saçları tıpkı Rox'u hatırlatıyordu. Kadının vücudu oldukça güzeldi. Rox’un bütün hatlarına sahip kadın saçlarıyla da Rox’un aynısıydı. Duanın anlamı Rox'un anlatımına göre geri dönüşle ilgiliydi. Var olmayana geri dönen bir adamı anlatıyordu. Yıllar boyunca aşkını arayan, bulduğunda da ölen bir adamı. Dean bunu hatırlayıp kalbinin sıkıştığını hissetti. Sol elini ceketinin altında gömleğine değdirdi. Sıcacık elini kalbinin üstünde hissetti. Kalbi hızla atmaya başlamıştı. Bunu fark eden taksici hemen arabayı durdurdu. Merakla Dean’a döndü. Ufak pencereden elini uzattı; ama Dean’e ilk dokunan yanındaki arkadaşı oldu. Dean’in gözleri bu dokunuşu hissedemeden kapandı.
Gözlerini araladığında başında iki siluet gördü. Birini hemen tanımıştı; bu arkadaşıydı. Yapılı vücudu, kendinden emim gülümsemesi, kahverengi büyük gözleriyle Dean’e bakıyordu. Oysa diğerini hatırlayamıyordu. Bir kadın silueti olduğuna emindi; ama kim olduğunu çıkaramıyordu. Sonunda kurumuş dudaklarını araladı. Dudaklarının arasından ciğerlerine dolan yakıcı havayı dışarı bıraktı. Bütün havayı bıraktıktan hemen sonra ‘Rox… ‘ diyebildi. Kadın küçük gülümsemesini yüzüne yayarak başını salladı. Kalçasını Dean’in kalçasına dayayarak ona sarıldı. Ufacık bedeni Dean’in güçlü bedeninin yanında yerini almıştı. Dean tek kolunu kıza dolayarak onu kendine çekti. O an mutluluk anıydı. Hiçbir şey, hiç kimse bunu değiştiremezdi. Dean Rox’un tüm kokusunu içine çektikten sonra etrafa bakındı. Bu sefer nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bir taksiden buraya nasıl geldiğini anlamak istiyordu. Başını yattığı yastıktan kaldırdı. Etrafa kısık gözlerle bir göz attı. Köşede bir çalışma masası duruyordu. Masanın üzerindeki tahtada Rox ve Dean’in bütün fotoğrafları asılmıştı. Her fotoğrafta ikisi de büyük bir gülümsemeyle objektife bakmışlardı. Masanın hemen yanında küçük bir dolap vardı. Dolabın kapağı aralık bırakılmıştı. İçeride birkaç parça eşya göze çarpıyordu. Biraz ileride bir pencere kenarı duruyordu. Pencerenin çıkık pervazının üzerine yastıklar serilmişti. Böylece orada oturup dışarıyı izleyebilecek bir mekân yaratılmıştı. Ufak pencerenin hemen yanında komedin ve Dean’in yattığı yatak vardı. Yatağın başucunda duran tablo odada ki en eski eşyaydı. Tabloda gene aynı duanın kadın figürü vardı. Dean’in gözleri bir kez daha tabloya takıldı. Bunu fark eden Rox yerinden doğruldu. Dean’in başını ufak avuçlarına alarak kendine çevirdi. Rox’un yüzünde buruk bir mutluluk vardı. Kız ağzını konuşacakmış gibi açıyor; ama hiçbir şey söyleyemeden geri kapatıyordu. Başını hayır anlamında sallayarak gözlerini Dean’den ayırdı. Yanda duran pencereden dışarı baktı. Çoktan hava kararmıştı. Rox Dean’e hiçbir şey demeden yataktan kalktı. Yanlarında ki arkadaşlarına bakarak ‘ Zaman geldi. ‘ dedi. Gözlerini bir daha Dean’e çevirmeden sakince kapıya ilerledi. Dean korkuyla ileri atıldı. Rox’un bir kez daha çıkıp gitmesini istemiyordu. Gittiği geceyi an be an hatırlıyordu. Onu yakalamak için yataktan fırladı. Bacaklarının elverdiği ölçüde hızla odayı bitirdi. Rox kapıyı tam aralamışken onun küçük vücudunu yakalayıp kendine çekti. Başını kızın başına dayayıp ağlamaya başladı. Titrek dudaklarının arasından ‘ Beni bir daha terk etme. ‘ diyebildi. Rox bu cümleyi duyar duymaz sendeledi. Kızın da gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Akan yaşlar birer birer kırmızıya döndü. Rox bir kez daha kan ağlıyordu. Kız kendini tutamıyordu, garip bir b,çimde titremeye başlamıştı. Arakalarında duran adam yaklaşıp Dean’i tuttu. Bütün gücünü kullanarak Dean’i Rox’dan uzaklaştırıyordu. Rox gözlerini bir kez daha açtığında gene aynı ateş saçan gözlerle bakıyordu etrafa. Dean bir kez daha ne olduğunu anlamamış bir biçimde olduğu yerde kaldı. Rox’un sarı saçları alev kırmızısına dönmüştü. Mavi gözleri kırmızıya boyanmıştı. Öfke saçan vücudu artık titremiyordu. Tek bir adımda Dean’in burnunun dibine geldi. Alevli saçları adamın bütün vücudunu sardı. Hiç zorlanmadan Dean’i çekmeye başladı. Dean engel olamıyordu, çok güçlü bir büyünün kontrolü altındaydı. Rox hiç zorlanmadan Dean’le beraber odayı terk etti.
Geldikleri yer eski bir tapınaktı. Bir zamanların en görkemli, en ihtişamlı yeriydi. Şimdiyse kanlı büyücü ayinlerine ev sahipliği yapıyordu. Rox Dean’in önünde sakince ilerliyordu. Her adımında yere bir kandamlası düşüyordu. Düşen kandamlaları sihirle kırmızı bir çiçeğe dönüyorlardı. Çiçeğin kırmızı yapraklarının etrafında altın damarlar vardı. Ortasından ışık kümeleri çıkıyordu. Dean’in daha önce görmediği kadar güzel bir çiçekti. Yaprakları geçtiklerinden beş saniye sonra birer birer dökülüyordu. Geriye sadece kırmızı yapraklar kalıyordu. Rox tapınağın ortasına geldiğinde durdu. Ayaklarını yerden keserek havada dönmeye başladı. Kızıl saçları dönüşüle beraber sürükleniyordu. Dean mide bulantısını engellemek için gözlerini kapadı. Kırmızı saçlar ışık saçarak Dean ve Rox’un etrafını sardı. Sonunda ışık kümesi dağıldı. Dean taşın üstüne bağlanmış bir halde duruyordu. Rox Dean’in üstünde havalanmıştı. Kız başını öne eğmiş yere bakıyordu. Kafasını kaldırmaya korkar gibiydi. Gözlerinden kandamlaları akmayı kesmişti. Dudakları hiç olmadığı kadar kırmızıydı. Sonunda tapınağın ilerisinde bir ışık görüldü. Dean’in gözleri kamaştı. Kısık gözlerle ışığa bakmayı sürdürdü. Rox dönerek havadan indi. Olduğu yerde kafasını kaldırmadan diz çöktü. Saçları yere kadar uzanıyordu. Rox ışığın geldiği yöne doğru konuşmaya başladı. Dean ne dediğini anlamıyordu. Kısık sesle dua ediyor gibiydi. Sözcükler arasından sadece ‘ yaratıcı ‘ sözcüğünü seçebilmişti. Gözlerini ışıktan korumak adına başını çevirdi. Süzülerek ilerleyen ışık her yere yayıldı. Dean gözlerini kapamak zorunda kaldı. Kaslarını sıkarak kendini bağlayan bağlardan kurtulmaya çalıştı. Debelendi; ama hiçbir şey yapamadı. Sonunda huzur dolu bir kadın sesi ‘ Boşuna uğraşma Seherbaz. Bundan kurtulamazsın. ‘ dedi. Dean o anda olduğu yerde kaldı. Kendine inanamıyordu. Sese itaat ediyor gibiydi. Başını çevirip sesin geldiği yöne baktı. Karşısında duran kadın daha önce hiç görmediği kadar güzeldi. Büyülü bir ışıkla kaplanmış gibiydi. Hareketleri zarafet doluydu. O kadar güzeldi ki bakana üzgü bahşediyordu. Dean bir anda gözlerini Rox’a çevirdi. Eğildiği yerde hala kıpırdamadan duruyordu. Bu duruma inanamayarak baktı. Rox kimsenin karşısında eğilmezi, asla itaat etmezdi. Kadın sanki düşündüklerini okumuş gibi sakince ‘ O eskidendi. ‘ dedi. Rox kadının tek bir el hareketiyle ayağa kalktı. Kadının yanına gelip durdu. Başını Dean’e çevirdi. Gözlerindeki kanlanma hala geçmemişti. Kanlar gözlerinin pınarlarına dolmuştu. Kadın dudaklarını büzerek Rox’a baktı. Birkaç dakikalık sessizliğin ardından ‘ Büyüm çok güçlü; ama onun ağlamasını engelleyemiyorum. Sana olan sevgisi büyünün etkisindeyken bile işe yarıyor. Akıttığı her kandamlası senin sevginin eseri. Daha önce bu kadar büyüğünü görmemiştim. Onun bedenine sahip olmak çok garip olacak. ‘ diye açıklama yaptı. Kadın hiç duruşunu değiştirmiyordu. Her an zarafet dolu duruşuyla tek bir el hareketiyle hükmediyordu. Rox kadının her hareketini büyülenmiş gibi izliyordu. Gözleri bunu istemiyor gibi baksa da yapmak zorunda gibiydi. Dean bir anda kadının ne demek istediğini anlayamadı. Kadın Rox'un bedenini almaktan bahsederken mecaz kullanmamış gibiydi. Soran gözlerle kadına bakıyordu; çünkü Rox’un bedenine nasıl gireceği büyük bir muammaydı. Soru sormak için ağzını açtığında Rox öfkeyle öne atıldı. Yüzünü kadına çevirdi. Son umuduymuş gibi büyük bir sevgiyle kadına ‘Siz hiç yıldızların öfkesini hissetiniz mi? Kan kırmızıya boyandı mı gökyüzü gözlerinizin önünde? Ben hissettim, gördüm. Öfkeli ruhum gözlerini açtığı pınarda kan gördü. Büyüdüm. Çocuk değildim; ama saftım önceden. Değiştim. Ben kendimi bile tanıyamayacak bir hal aldım. Umutlandım. Kırıldım. Denizin dalgasından gelen üzgüyle bedenim yandı. Doğruldum. Artık hayat bana değil; ben hayata hükmediyorum. Biliyorum. Artık her şeyin anlamsız olduğunu biliyorum. Tırmandı saçlarım gökyüzüne, ayın kanlı yüzü serildi önüme. Ben ölümü gördüm. Şimdi lütfen efendim, beni serbest bırakın. ‘ diye yalvardı. Kadın bu durumda şaşkına dönmüştü. Elini kaldırdı; ama Rox’u susturamadı. Rox’un sevgisinin ağır bastığını o an anladı. Kızın gözyaşları hızla akmaya başladı. Kanlandı. Kadın bir adım geriledi; ama pes etmedi. Diğer eliyle hançeri çıkardı. Rox’un eline doğru savurdu. Rox tek eliyle beceriksizce kanları silerken diğeriyle hançeri yakaladı. Kendini durduramıyordu. Acıyla inliyor, bağırıyordu. Elince hançerle Dean’e yaklaştı. Dean gücünün yettiği biçimde bağlara asıldı. Onları kırmalıydı. Rox’un kan dolu yüzüne baktı. Ölmek istemediğini o an anladı. Rox’un gözlerinde çaresiz bakışlarını yansımasını gördü. Büyük bir haykırmayla ‘ Lütfen! ‘ diye bağırdı. Rox bir adım bile gerilemeden hançeri kaldırdı. Alev dolu gözleri bir an parladı, maviye döndü. Hançeri hızla kendi karnına indirdi. Gözlerini kapatmadan önce ‘ Seni seviyorum. ‘ diyerek Dean’in gözlerine baktı.
PS: Renklendirme olmadı ama kusura bakmayın. | |
| | | Kate Alice Anderson Gryffindor 7. Sınıf | Bina Başkanı | Aydınlık Yolcuları Lideri
Mesaj Sayısı : 189 RP Aktifliği : 1421 Lakap : Ukala,Anderson Nerden : Londra
| Konu: Geri: Valeria Paz Ekim 17, 2010 1:37 pm | |
| | |
| | | | Valeria | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|